Bir gömleğin düğmesini andırıyordum
Geçmiş ve gelecek caddelerin tümünü
Birbirine bağlıyordum
Üzerimde yaşlanmış bir anne
Islanmış elleriyle
Ekmek tutmak gibi bir derdi taşıyordu
Sırtındaki yük
Kamburunda ağırlaşıyordu
Bakışının düştüğü yerde karınca çığlıkları
Geçip karşısına gözlerinin
Düştüğü yerden kaldırıyorum
Neredeyse göğün göğsüne indirecek bakışlarını
Beyaz beyaz kar yağacak kuru çöllere
Ve deniz hasretiyle yanan kurak gönüllerin
Kirini yıkayacak
Az ileride bir amca
Sıcaktan buğulanmış gözlükleriyle
Kucağında kırmızılı beyazlı
Güller taşıyordu
Gül bahçeleri ihtiyar düşlerinden
Dışarıya taşıyordu
Ve dikenleri eline yüzüne
Köprümün ayağında iki serçe göz göze geldi
Serçenin içinde kıpırtı
Ekmek bulsada çekingen bulamasada
Çaresiz bir kırıntı ile yaşama alışıyordu
Köprüydüm caddeleri birbirine bağlayan
Ucumdan az buçuk güneş damlıyordu
Peşinden gittim gün ışığının
Niyetli bir tavşan
Kulaklarıyla beni ulusa ulaştırıyordu
Adımlarım akıyordu
Sularım üzerinden geçtiğim
Soğuk kaldırımları yakıyordu
Kötürüm kalmış bir yerdi
Boş bir kefendi
Bir seslenişti duyduklarım
İçime atıyordum
İşte çatısına kuşlar konan heykel
Kefenimdeki leke
Dudağımdaki hançer
İşte tüfeğimin namlusundaki isyan
İşte bir bedbaht düşünce anadan üryan
İşte çığlığımın aziz telaşı
İşte köprümün temelindeki emel
Meydanımda bir çocuk meye alışıyordu
Bir çocuk köprümün basamaklarından
Bir ulusa bakıpta kendisi sanıyordu
Bir köprüydüm kızılayda
Ulusunu düşleyen
Bir titrek mandanın sırtında yaşıyordum
Ayakları titriyordu mandanın ayakları
Ayaklarımla aklımı
Karıştırıyordum
Bir köprüydüm Kızılay' da, meydanda
Bir ihtiyarın ellerindeki gülde
Bir annenin gençliği hayal ettiği günde
Bir serçenin kırıntıya muhtaçlığında
Ve bir ulusun taşlaşmış kel açlığında
Yaşlanmaktan öte bu ıslak gözlerle
Sırtımda ekşi bir duvar taşıyordum
Ve evet hala yaşamak sayılıyorsa ölmemek
Yaşıyordum