6 Kasım 2015 Cuma

Re 1

Zaman denen şey elimden düşüp kırıldı. Her parçası aynı bütünün adıyla hesaplandı. Yedi mevsim olsa keşke bir sene.. Mekan doğru buradayız ama burası hangi parça, nerede benim çelik zırhlı çatalım. Neredeyim, ne zamanım?

Etraf karanlık. Hava sabaha çalıyor. Daire daire yanan sokak lambalarına dalıyoruz. Hayal dünyamız geniş, gözlerimiz var, hayal güçlüyüz. Az ileride bir ağaç cesedi görüyoruz. Üzülüyorum, saçlarımı okşuyorsun. Güneş uzak tepelerin göğüs uçlarına ısırık atıyor. Ben emmek için gün ışığını bekliyorum. Sen güneşten daha sıcaksın, sarılıyorum. Soğuk, dalga dalga kırılıyor. Aydınlanıyor gün. Biz kayboluyoruz. Biz ve tüm o sokak lambaları..Netiz. Gece gibi görünmüyoruz. Sıfırüçlü saatlerin dinginliğine sığınıyoruz. Kaçıp kaçıp gündüzden aynı yere geliyoruz. Günahlarımızın üzerinde bir yorgan sıcağı, damağımızda kalıyor gölgelerimiz. Senin gözlerine düşüyor benim gölgem. Küfrediyorsun. Sana yakışıyor, ben çirkinleşiyorum. Yaldızlı mum heykelleriyiz, parlaklığımız yıldızlardan geliyor. Uzak yıldızlardan sebepsiz düşüp duruyoruz. Asfaltsızız, sadece düşüyoruz. Ben susuyorum, sen uyuyorsun. Kozmos içerisindeyiz. Usuldan kayıyoruz. Karanlığı yaşayarak, şafağa gebe kalıyor gibiyiz. 


İngiliz' in Şey' i

Bu his dedikleri ne değişik şey, öyle ki başka bir dünyaya ait gibi geliyor. Sanki sonsuz olmuş bir şey. Bu aralar ne çok şey diyorum. İngiliz olsam thing diyecektim. Geçen gün az kalsın ölecektim, kelime okyanusuna düştüm. Boğulmamak için can simitlerine tutunmak istedim. Fakat tüm simitlerin martılar için atıldığını fark ettim. Bunun üzerine insanlar için neden simit atılmıyor diye belediyeye dava açtım ki onlar da biz bu işlere bakmıyoruz diyerek deniz sahaları yönetmeliği gereği beni sahil polisine yönlendirdi. Polis nasıl olur da yüzmenin suç olduğunu bilmezsin diye uzun uzun fırçaladı beni! Ben de fırçayı duyunca ben fırça bilmem, elimden gelmez dedim. Sonra dilimizi anlamıyor deyip beni turist zannettiler. Akabinde, ortakları olmadığı için tek başına çalışan bir komiser sınır dışı edilmem hususunda  hüküm verdi. Verin dedim, elinizde ne kadar hüküm varsa verin. Ben hükümsüzüm ya! Sanıyorum ki bu vesile ile benim de bir hükmüm olacak.

Sonra sayım var dediler nezarethanede geçen ilk gece, o zaman da şaşırmış gibi falan yaptım. Yeni olduğum hemen belli olsun istedim. Çünkü herşeyi eskilere soruyorlardı. Bense eski nedir yeni öğreniyordum. Eskiyorum, bir süre sonra eşya gibi oluyorum. Bir yatak, bir ev gibi kiralanıp yabancı bedenler tarafından ıslatılıyorum. Islak ıslak sevmek istemiştim fakat üzerinde sevişilen bir şey oldum.

Beni Montrö boğazlar sözleşmesi gereği usulüne göre(!) Rus gemilerine yerleştirdiler. İyi de dedim neden sözleşmeyi İngilizce yapıyoruz ? Onlar da biz genelde böyle yaparız dediler. Onlar. Yani bizçokkalabalığız diyenler yani azkalmanıntadınıhiçöğrenememişler. Oysa ben az kalsın boğulacaktım. Beni kurtarmasalar ölecek ve sonsuz olup duygunun kaynağına gidebilecektim. Hem vize de istenmeyecekti benden. Dünya kelimelerinde boğulduğum için Dünya vatandaşı sayılacaktım.

Bu gümrük yeri de ne sıkıcı bir yermiş yahu! Memur dedikleri kimseler var, sınırdışı edileceğin için pasaport türü bir şeye ihtiyacın var diyorlar. Hayır dedim Memur Bey orada yanıldınız. Hem de bir memur olduğunuz halde yanıldınız. Uyanmaya ihtiyacım var benim pasaporta değil! Kelimelere, hatta boğulmaya yahut bir ülkeye ait olmaya veya ait olduğum bir ülkeye gönderilmeye ama en çok da uyanmaya ihtiyacım var dedim. Uyandırmadılar,

Sonra bir gün hepsinin boş bir rüya olduğunu anladım. Bu uyandığım zamandı. Ölmek gibi bir zamandı. Hava yine sıcağın altında soğuktu. Balkanlar yine soğuktu. Sovyetler, Amerika falan hep soğuktu. Biz ise o kadar soğuk değildik ancak en çok da biz üşüyorduk. En çok da ben. Ellerim üşüyor dedim duygulu bir sesle, bir ses ellerin kırılsın dedi. Kırılmadılar, Fakat içimde kırılan bir şeyleri takip ettiler. Ellerime siz polismisiniz, müfettiş, dedektif gibi birşey misiniz diye sordum. Yok dediler biz senin falan değiliz. Bağımsızlığını ilan etmiş birşeyiz. Sadece ne olduğumuz tam belli değil. Bir "Şey" lerin yerine thing kullansaydın belki böyle  olmazdı. Daha birşey gibi olurduk ama olamadık işte, hem de senin yüzünden, hepte senin yüzünden..

Yüzüm buruştu be sizden dedim, baksanıza şimdi ne biçim Ellerim..